top of page
Darülfünûn'un Kapatılması
A.Demirtas.png

Aydın DemirtaÅŸ'ın Sosyolojik Açıdan 1933 Türk Üniversite Reformu (UludaÄŸ Ünv.: 2010) adlı Y.Lisans Tezinden kısaltılarak alınmıştır.

​

Dünya Konjonktürü: Liberalizmin Ä°flası ve Totaliter Ä°ktidarlar

1930'lu yıllara dünya büyük bir ekonomik krizle girdi. Bu krizle beraber II. Dünya Savaşı'nın belirtileri de görülmeye baÅŸlamıştı. Liberalizmin iflasının ilan edildiÄŸi o günlerde devletçilik hızla yükseliÅŸe geçti ve Almanya, Ä°talya gibi bazı ülkelerde kısa zamanda totalitarizme dönüÅŸtü. 

​

Zaten Tek Parti'nin hükümet ettiÄŸi, özel sermayenin ve sivil alanların güçlü olmadığı Türkiye'de bu yıllarda devletçi ekonomi yükseliÅŸe geçti.

“Yeni ekonomik politikanın ilk belirtisi, Ä°smet PaÅŸa’nın 1930’da Sivas'ta yaptığı konuÅŸmada görüldü. Ondan sonra 20 Nisan 1931’de M. Kemal, ertesi ay Cumhuriyet Halk Partisi kongresinde kabul edilecek ve daha sonra Anayasaya konacak olan altı temel ve deÄŸiÅŸmez ilkeyi ilk kez ortaya koyduÄŸu ünlü bildirisini yayınladı...Bu ilkelerden yalnız biri -devletçilik- yeniydi...1933'te Türk endüstrisinin geliÅŸtirilmesi için ilk Türk beÅŸ yıllık kalkınma planı hazırlandı.” 

​

Darülfünun’un bazı hocaları bu sırada devletçilik karşıtı görüÅŸler beyan etmiÅŸler, devletçi ekonominin gizli sosyalizm olduÄŸunu savunmuÅŸlardır. AÅŸağıdaki satırları yazdığı için Maliye Müderrisi Ä°brahim Fazıl Bey, Åževket Süreyya tarafından mürteci addedilmiÅŸtir: 

“Bütün iktisadi faaliyet sahalarının devlet eline geçmesini iddia eden nazariyeleri uzaÄŸa atınız. Bunlar memleketi anarÅŸiye götürecek olan bir sosyalizmden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.”

​

Bu dönemde hükümetin tek seslilik saÄŸlamak için yoÄŸun çaba harcadığı görülür. BaÅŸlangıçtan beri ayrı ayrı sınıflardan oluÅŸan bir bütün deÄŸil, iÅŸbölümüyle dayanışma oluÅŸturan yekpare bir bütün olarak tasavvur edilen halk imgesi mevcuttu. Fakat 1923¬1929 arasında Darülfünun gibi görece özerk alanlar varlığını koruyordu. 1930'larda ise Parti sosyal ve kültürel alanda da tekel olmaya yöneldi. 

​

Halk Partisinin 1930'larda deÄŸiÅŸen rolü Kemalist rejimin otoriteryanizmden totalitarizme evrilen veya en azından buna kalkışan doÄŸasıyla ilgiliydi. 1930'lardan sonra CHF hükümeti partiyle bağı olmayan tüm sivil toplum kuruluÅŸlarını saf dışı bıraktı. Bunun en bilinen örnekleri Türk Kadınlar BirliÄŸi, Bağımsız Mason Locaları, ÖÄŸretmenler BirliÄŸi, Yedek Subaylar Cemiyeti, Gazete Muhabirleri DerneÄŸi gibi meslek kuruluÅŸları ve Jöntürkler döneminden beri var olan ve 1912'den beri kültürel Türk MilliyetçiliÄŸinin ana üssü olan Türk Ocakları oldu. Bu bağımsız organizasyonlar tamamen parti kontrolünde olan yenileriyle deÄŸiÅŸtirildi. Halk Partisinin kadın kolları Türk Kadınlar BirliÄŸinin yerini aldı, 1932 Åžubatında kurulan Halkevleri Türk Ocaklarının halefi olarak ve öncelikle onların binalarını devralarak kuruldu. Halkevleri kısa zamanda parti mobilizasyonunun en önemli aracı oldu. Parti liderliÄŸi tarafından Halk Evlerinin amaçları; kültür ve idealleri, ulusal birlik yaratmak için taÅŸraya yaymak ve parti prensiplerini kitlelere aktarmak olarak özetleniyordu. 

​

1930'larda Parti’nin rolündeki bu deÄŸiÅŸimin nedeni olarak üç sebep sayılabilir: 

  • Dünya ekonomik krizinde tarım ürünlerinin fiyatının sert bir ÅŸekilde düÅŸmesinin Türkiye ekonomisine vurduÄŸu darbedir.

  • Muhalif SCF tecrübesi ile halkın CHF konusundaki hoÅŸnutsuzluÄŸunun, Menemen Olayı ile dinsel reaksiyonun ne denli güçlü olduÄŸunun ve modernizasyonun kitlelere benimsetilemediÄŸinin anlaşılması konularıdır. Bunlar eÄŸitim ve propagandaya ağırlık verilmesi ve demokrasinin belirsiz bir süreyle ertelenmesi anlamına geliyordu.

  • Batı demokrasilerinin krizdeki baÅŸarısızlığından dolayı rol modeli olma özelliÄŸini yitirmesidir. Sovyetler, Ä°talya ve Almanya krizle baÅŸ etme konusunda daha baÅŸarılı görülmüÅŸtür.

 

Aynı günlerde SCF ile birlikte ortaya çıkmış diÄŸer iki küçük parti Ahali Cumhuriyet Fırkası ve Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi, doÄŸrudan doÄŸruya hükümet emriyle feshedilmiÅŸtir.

​

25 Temmuz 1931’de çıkan yeni matbuat kanunuyla özellikle Serbest Cumhuriyet Fırkasının örgütlü olduÄŸu Batı Anadolu'da çıkan birçok gazete kapatıldı, yazarları tutuklandı. 1931’den 1945’e kadar basın, tek partinin propaganda aracı oldu. 

“Bütün bu dönem boyunca partili gazeteciler, devrimin ihtiyaçları, birlik ve beraberlik, fedakarlıkta bulunmanın lüzumu üzerine yazılar yayınladılar. Bu yazılarda yapılan benzetmeler; açıklayıcı örnekler, ayrım gözetmeden Ä°talya, Sovyetler BirliÄŸi sonraları da Almanya’dan seçiliyordu. Bu ülkelerde basının ya da üniversitenin hükümet politikasıyla uyum içinde olması gereÄŸinin kabul edildiÄŸi ve buna uygun tedbirler alındığı durmadan tekrarlanıyordu...Liberalizm ve onun kiÅŸi özgürlüÄŸü anlayışı iflas etmiÅŸti, bu yüzden de yeni rejimin savunucuları, örneÄŸin üniversiteden kaynaklanan cılız itirazları çaÄŸdışı bir tutum sayıyorlardı.”

​

Türkiye'de olup bitenlere çok benzer ÅŸeyler Almanya'da da yaÅŸanıyordu: 

“Bu yıllarda Almanya'da Nasyonal-Sosyalizm ile beraber üniversitenin fikri manevi temelleri ve istikameti bakımından yeni temayüller belirdi. Nitekim Nasyonal-Sosyalizm kendi ideolojisinin Üniversite tarafından benimsenmesi talebini ortaya koydu; buna göre ilim ve üniversite bizatihi gaye olmayıp, münhasıran Nasyonal-Sosyalist dünya görüÅŸüne, Alman milletine hizmet edecekti. Maarif Nazırı Rust’un bir sözüne göre (Heidelberg Üniversitesi’nin 550. yıldönümü münasebetiyle nutuk) ilmin hakiki muhtariyeti ve hürriyeti, millette yaÅŸayan kuvvetlerin ve tarihi mukadderatımızın fikri-manevi organı olmak ve bunları hakikat kanununun fevkinde meydana koymakta tecelli edecekti. Bu sebeple Üniversite yalnız taharri ve tedrisle uÄŸraÅŸmayacak, aynı zamanda terbiye müessesesi olacaktı. Siyasi mana ve mahiyet alan Alman Üniversitesinde bu üç unsur bir vahdet teÅŸkil edecek, bu sayede yeni insan yetiÅŸecekti.”   

​

Hükümetin Darülfünuna yapacağı müdahalenin, liberalizmin itibarının zayıflaması ile iliÅŸkilendirildiÄŸini görüyoruz. Kadro yazarlarından Burhan Asafa göre: 

“On dokuzuncu asrın liberal zihniyetine dayalı üniversitelerinde, ilim ilim için yapılır ve ilme dışarıdan bir müdahale yapılamazdı. Bu prensipler olmasa insanlık Orta Çağın teokratik ve klerikal kasvetinden müspet ilimlerin hürriyet havasına kavuÅŸamazdı. Ancak liberalizmin, devri bitmiÅŸtir, liberalizm artık hayatta karşılığı kalmamış bir deÄŸerdir, üniversite de bu anlayışı terk etmelidir, yoksa mürteci durumuna düÅŸer, medreseleÅŸir ve orada skolastik vücuda gelir ve her skolastik hayatın gerisinde kalındığının iÅŸaretidir. Dünyada da liberalizm tam bir hezimet ve tasfiye halindedir.”

​

Buradan anlaşıldığı üzere Mussolini, Hitler, Stalin gibi diktatörlerin totaliter iktidarları da Darülfünun tasfiyesine ilham kaynağı olmuÅŸtur. Bu yıllarda devletçilik ilkesinin de bu tarz uygulamalara yol açacak ÅŸekillerde yorumlandığı vakidir:

“Bizim için devletçilik eski ordulaÅŸmış millet rejiminin modern ÅŸartlar ve zaruretler altında tecelli etmiÅŸ bir ÅŸeklidir.” 

​

Genellikle Parti Yönetim kurulunda hitap eden (meÅŸhur altı günlük nutukta bile) Atatürk, 1933 yılında yapılan 10.yıl kutlamalarında ilk defa stadyumda konuÅŸma yapmıştı. Kutlama programı geçit töreni ve kitlesel jimnastik gösterileriyle Ä°talya'daki benzer kutlamaları andırıyordu. 

​

Darülfünun ve Türk Tarih-Dil Tezleri

1931 yılında Türk ulusunun tarihini, “çaÄŸdaÅŸ bir görüÅŸle” ele alıp incelemek amacıyla, daha sonraları Türk Tarih Kurumu adını alacak olan, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuÅŸtu. 1932’de bu kurumun giriÅŸimiyle Türk Tarih Tezini tanıtmak, benimsetmek amacıyla Türk Tarih Kongresi toplandı. Bir tartışma ve arayıştan çok Tezin yaygınlaÅŸtırılmasını hedefleyen kongrede, Fuat Köprülü, Zeki Velidi, Ahmet Refik gibi Ä°stanbul Darülfünunu hocaları da bulunuyordu. Bu öÄŸretim görevlilerinin kongrenin otoriter atmosferinde çekingen itirazları olmuÅŸtur.

​

Türk Tarih Tezi Türklerin anayurdunun Orta Asya olduÄŸunu, kuraklık sonucu orayı terk ederek dünyaya yayıldıklarını ve bu yayılma esnasında gittikleri yerlere Orta Asya’da kurdukları büyük devletlerin geleneÄŸini ve medeniyetini taşıdıklarını iddia ediyordu. Mısır, Mezopotamya uygarlıkları, Sümerler de dahil olmak üzere aslen Türktüler. 

​

Kongrede Tataristanlı Sadri Maksudi ve BaÅŸkırdistanlı Zeki Velidi arasında görüÅŸ ayrılıkları olmuÅŸtur. Sadri Maksudi ReÅŸit Galip'le birlikte Orta Asya'da sürekli kuraklık ortaya çıktığını ve bu yüzden göçün gerçekleÅŸtiÄŸini iddia etmiÅŸtir. Sadri Maksudi'nin bu konuda 'Orta Asya’da Onyedi Kumaltı Åžehri' adlı bir kitabı da vardır. Zeki Velidi ise kuraklığın sürekli olmadığını tarih öncesi dönemlerde kum altında kaldığı iddia edilen bu ÅŸehirlerin tarih dönemlerinde var olduÄŸunu kaynaklar göstererek ispatlamaya çalışmıştır. Kongreden sonra Darülfünun’daki görevinden istifa eden Zeki Velidi Beyin bu görüÅŸleri siyasal iktidarın hoÅŸuna gitmemiÅŸtir. Çünkü Orta Asya'dan batıya kitlesel bir göç olduÄŸu iddiası Türk Tarih Tezinin temellerindendir.

​

Kongrenin üniversite reformu ile ilgili olarak özel bir önemi vardı: 1930'lardan bu yana geliÅŸen dil ve tarih hareketleri üniversiteden destek görmedi. M. Kemal'in çok önem verdiÄŸi her iki hareket de üniversite dışındaki genç uzmanların desteÄŸi ile yürütülmekteydi. 1932 yılında toplanan I. Tarih Kongresinde, Darülfünun öÄŸretmenleri tarafından ileri sürülen eleÅŸtiriler bardağı taşıran son damla oldu. 

​

Hirsch’e göre bu kongre: 

“Atatürk’ün kendi kopardığı Ä°slam geleneÄŸi baÄŸları yerine, milli gururun üzerinde yükselebileceÄŸi dini öÄŸretilerden ve hanedan geleneÄŸinden arındırılmış, kökleri insanlık tarihine dayanan bir temel yaratmak için nasıl çaba gösterdiÄŸinin kanıtıdır.” 

​

Türk Tarih Tezini de kapsayan ulusal hareketlerin iÅŸlenmesi, yaygınlaÅŸması ve kalıcı hale gelmesi için kurulmuÅŸ olan Dil Tarih CoÄŸrafya Fakültesi'nin açılışı Millet Meclisinde, o zamanın Maarif Bakanı Saffet Arıkan'ın ÅŸu sözleriyle duyurulmuÅŸtur. 

“Atatürk’ün yüksek dehasından doÄŸan ve kendi kutlu eliyle yaratılan tarih ve dil hareketi; bunlara baÄŸlı olan arkeoloji ve coÄŸrafya bilgileri için Ankara'da bir fakülte açılacaktır.” 

​

Açılan bu fakültede (DTCF) on yıl süreyle Sümer dili uzmanı Landsberger, Hititoloji uzmanı Guterbock gibi tanınmış profesörler ders verdi. Türk Tarih Tezine katkıda bulunan bu kiÅŸiler, Sümer ve Hitit halklarının Türk kökenli olduÄŸunu, dillerinin de bu gerçeÄŸin saÄŸlam bir kanıtı olduÄŸunu savundular. Bu konularda tanınmış bir diÄŸer profesör de Wolfram Eberhard idi. Çin dili ve tarihini Türk tarihi ile karşılaÅŸtırmalı bir biçimde inceliyordu. Aslında Çin tarihinin Türk kökenlerini göstermeye çalışmaktaydı. 

​

Türk Tarih ve Dil Tezleri konularında, Hükümet ile Darülfünun arasında tasfiye sürecini tetikleyen bir aykırılık söz konusudur. Hükümete göre modern ulus devlet yaratma yolunda Avrupa'nın yaptığı gibi yeni bir tarih yaratmak meÅŸrudur. 

​

Malche Raporu

1931'de toplanan Cumhuriyet Halk Fırkası Kongresinde üniversitenin reformasyonu kararı alındı. Bunun için Ä°sviçreli pedagog ve Cenevre Üniversitesi Profesörü Albert Malche'ın çaÄŸrılması kararlaÅŸtırıldı.  

​

Malche geniÅŸ bir ÅŸekilde uygulamaya konulacak olan raporunu 29 Mayıs 1932 tarihinde tamamladı. Raporda deÄŸindiÄŸi noktaları ÅŸöyle özetleyebiliriz: 

  • Türk öÄŸrencilerin yabancı dil bilgisi yetersizdir. Galatasaray Lisesi’nden, Alman ve Ä°ngiliz okullarından mezun olanlar azınlıkta bulunmaktadır. TaÅŸradan ve ÅŸehrin liselerinden gelen çoÄŸunluk bu konuda çok eksiktir. Bunlar uzun yıllar Fransızca ders görmelerine raÄŸmen baÅŸarısızdırlar. 

  • Ä°stanbul Darülfünunu’ndan öÄŸretmen, kimyager, avukat gibi pratik mesai adamları yetiÅŸtirilebilir, fakat hocalarının da kabul ettiÄŸi gibi geleceÄŸin Türk profesörlerinin burada yetiÅŸmesi henüz mümkün deÄŸildir. Bunları Berlin'de, Leipzig'de, Paris'te, Chicago'da okumuÅŸ gençlerden temin ettiÄŸiniz sürece bir üniversite ananesi meydana gelmeyecektir. Üniversite hocaları daima aralarında bir rabıta bulunmayan bir topluluk olarak kalacak, kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa mükemmele doÄŸru yol alan bir geleneÄŸi paylaÅŸan ve taşıyan bir grup haline yükselemeyecektir. Darülfünun’un en önemli görevi kendi profesörlerini yetiÅŸtirmesidir.

  • Türkçe bilimsel yayınlar eksiktir. ÖÄŸrencinin ders dışında bilgi edinme imkânı yoktur. Bu durumun derhal büyük bir azim ve irade ile deÄŸiÅŸtirilmesi zorunludur. Harf Ä°nkılabından önce basılmış eserlerden hala okunmaya layık olanlar yeni harflerle basılmalıdır. Tercüme iÅŸi sistematik olarak bir komisyonca yapılmalıdır.

  • Profesörler düÅŸük ücret almaktadır, maaÅŸları orta öÄŸretim öÄŸretmenlerinden çok az fazladır. Bu durum onları yan görevler almaya zorunlu bırakmaktadır. Prensip olarak hoca miktarı azaltılmalı kalanların ÅŸartları iyileÅŸtirilmelidir. 

  • Ä°lahiyat Fakültesinin on üç müderrise karşı üç öÄŸrencisiyle bir fakülte olarak yaÅŸamını sürdürmesi mümkün deÄŸildir, bu fakültenin Ulum-i Diniye adıyla Edebiyat Fakültesine baÄŸlanması yerinde olur.

 

Atatürk Malche Raporunu altını çizerek ve yanına notlar alarak okudu. Raporu beÄŸendiÄŸi ve etkilendiÄŸi notlarından anlaşılmaktadır. Aldığı notlardan Malche Raporunu kültür programının parçası olarak deÄŸerlendirdiÄŸini görüyoruz. 

​

Reformun Gerekçeleri

Ä°stanbul Darülfünunu hakkında ileri sürülen eleÅŸtiriler üç noktada toplanabilir: Birincisi Darülfünun’un Cumhuriyet Ä°nkılaplarına duyarsız kaldığı veya karşı çıktığı iddiasıdır. Ä°kincisi ilmi yetersizlik, üçüncüsü ise gruplaÅŸma, kayırmacılık, görevi ihmal gibi meslek ahlakının bozulduÄŸuna dair iddialardır. Bu eleÅŸtirilerin kaynağı hükümet veya hükümete yakın medya organlarıdır. 

​

Ä°stiklal Mahkemeleri eski üyelerinden Milli EÄŸitim Bakanı ReÅŸit Galip reformla ilgili açıklamasında Türkiye gibi radikal bir inkılap memleketinde, inkılaplara uzak duran bir Darülfünun’un geleceÄŸin yöneticilerinin yetiÅŸtirilmesi açısından güvenilmez olduÄŸunun altını çiziyordu: 

“Memlekette siyasi ve içtimai büyük inkılaplar oldu. Darülfünun bunlara karşı tarafsız bir seyirci olarak kaldı. Ä°ktisadi alanda önemli deÄŸiÅŸmeler oldu, Darülfünun bunlardan habersiz göründü. Hukukta radikal deÄŸiÅŸiklikler yapıldı. Darülfünun yalnızca yeni kanunları ders programına almakla yetindi. Harf inkılabı oldu, özdil hareketi baÅŸladı. Darülfünun hiç tınmadı. Yeni bir tarih telakkisi ulusal bir hareket anlamında bütün ülkeyi sarmıştı. Darülfünun’un buna karşı ilgisini uyandırmak için, üç yıl beklemek ve uÄŸraÅŸmak lazım geldi. Ä°stanbul Darülfünunu artık durmuÅŸtu, kendisine kapanmıştı, bir ortaçaÄŸ yalıtılmışlığıyla dış dünyadan elini ayağını çekmiÅŸti...Türkiye gibi radikal bir inkılap memleketinde, vatanın gelecek yöneticilerinin eÄŸitimi, hayattan bu kadar uzak kalan, inkılabın seyrinden bu kadar geri duran bir müesseseye artık daha uzun müddet bırakılamazdı.”

​

Kadro Dergisinde Darülfünun’a yönelik eleÅŸtiri yazıları özellikle 1932 yılında yapılan Türk Tarih Kongresinden sonra baÅŸlamıştır. 

“Darülfünun’un arkada kalmış bir müessese olduÄŸunu Kadro, Büyük Tarih Kongresi'nden sonra hemen ortaya koymak mecburiyetini hissetmiÅŸtir. Çünkü ilimde nakilcilik ile müstakil yaratıcılık arasındaki farkı, en ziyade bu hadise tebarüz ettirmiÅŸtir. Tarih kongresinin gayesi, tarih tetkiklerine Türkiye'de yepyeni bir istikamet vermek ve Avrupa'nın tarih telakkisini ilmi bir revizyona tabi tutmaktı. Avrupasantrist tarih mebdelerinin farazi, keyfi ve gayri ilmi olduklarını ispat ederek Avrupa'nın tasnifine göre “tarih öncesi” olan devri bir Türk hümanizmi namına tarihin içine almaktı.” 

​

Darülfünun hocalarını da Tarih Tezine destek vermedikleri için ağır ifadelerle eleÅŸtiriyorlardı: 

“Ankara tarih kongresinde yeni bir tarih tezi ilan edildi. Bu tez ilan edilirken, Ä°stanbul Darülfünunu hazır bulunuyordu. Bundan elli sene sonra, kongrenin zabıtlarını tetkik edecek bir adam, kongrede söz alan Ä°stanbul profesörlerinin hakikaten Ä°stanbul Darülfünun hocaları olduklarına inanamayacaktır. Çünkü karşı tarafın tamamile ilmi hazırlıkları yanında ekseri Ä°stanbul alimlerinin ya davayı esasından kavrayamayan cümle kırıntılarını yahut ancak bir fikir dağınıklığının zahiri ifadesi olan sıkıcı sükutlarını müÅŸahade edecektir…Darülfünun hocaları, Ankara'nın yarattığı hareketlerin, sözle olsun, peÅŸi sıra gelmekte hususi bir hareketsizlik göstermiÅŸlerdir. Arkada kalan bir Darülfünun vardır. Ona yeni bir isim deÄŸil, yeni bir cisim ve ruh vermek, Darülfünun gençliÄŸine ve dolayısile inkılabımıza karşı ödeyeceÄŸimiz müterakim borçların başında olsa gerektir.” 

​

Kadro dergisinin eleÅŸtirileri zaman olarak Malche raporunun ortaya çıktığı tarihten sonra baÅŸlamaktadır ve dergi yazarlarının raporda sıralanan eksikleri de eleÅŸtiri malzemesi olarak kullandıkları anlaşılmaktadır. 

​

Liberalizmin gözden düÅŸtüÄŸü bu ekonomik bunalım yıllarında Darülfünun’a müdahale edilmesi devletçilik ilkesinin gereÄŸi olarak sunulmuÅŸtur:

“Liberalizmin iflasını resmen tescil eden memleketlerde, Darülfünunlara müdahale, bütün diÄŸer müdahaleler kadar tabii görülmüÅŸtür. Bugün Rusya, Ä°talya ve Almanya'da, Darülfünunların liberal devletlerdeki istiklali kalmadığı gibi ilimdeki hareket noktalarını da liberal görüÅŸler teÅŸkil etmiyor.”

​

GörüldüÄŸü gibi tasfiye öncesinde Darülfünun üzerinde büyük bir baskı oluÅŸturulmuÅŸ, kamuoyu da reforma hazırlanmıştır.  

​

Darülfünun ilgası

Malche Ä°stanbul Üniversitesi reformunu Zürih’teki Yardım Cemiyeti’ne haber vermiÅŸti. Bunun üzerine P. Schwartz, Malche ile hemen irtibat kurdu ve Cemiyet’in temsilcisi olarak Temmuz 1933’te Türkiye’ye geldi. Milli EÄŸitim Bakanı ReÅŸit Galip baÅŸkanlığındaki reform heyetiyle Türkiye'ye getirilecek bilim adamlarını belirlemek için bir toplantı yaptı. 

​

Ä°stanbul Darülfünunu 31 Temmuz 1933 günü laÄŸvedildi. 

​

Darülfünun’un 240 hocasından (88 profesör, 44 doçent, 108 baÅŸasistan ve asistan) 157’si (71’i profesör) bilimsel yetersizlik, yaÅŸlılık, görev ihmali, öÄŸretim yönteminin eksikliÄŸi, yabancı dil bilmeme, inkılaplara kayıtsızlık gibi gerekçeler öne sürülerek görevlerinden alınmışlardır. [33]

Ä°stanbul Darülfünunu’nun laÄŸvedilmesi o günden beri farklı bakış açılarıyla yorumlanmaya devam etmektedir. Bu yorumlardan bazı örnekleri aÅŸağıda sıraladık:

​

ÇaÄŸlar Keyder: 

“1933’teki üniversite reformuyla ülkenin tek yüksek öÄŸrenim kurumu olan Darülfünun’daki 150 öÄŸretim görevlisinin üçte ikisinin görevine son verildi. Bu yeni düzenleme de bir örneklik saÄŸlamak uÄŸruna bağımsız düÅŸüncelerin ortadan kaldırılması isteÄŸini yansıtıyordu” 

 

Ali Y. BaltacıoÄŸlu: 

“1933'le birlikte iki önemli dönüÅŸüm gerçekleÅŸmiÅŸtir. Kamuoyunun izleniminden, “yaÅŸayan son Osmanlı kurumu” imgesi silinmiÅŸ, Ä°stanbul'un toplumsal yapısının, geleneklerinin, yaÅŸam biçiminin üretip beslediÄŸi ve Darülfünunla özdeÅŸleÅŸtirdiÄŸi 'Osmanlılık Ä°mgesi'nin altında saklı duran kamusal bellek, toplumsal bilinç çökertilmiÅŸ, devrimlerin iÅŸlevselleÅŸtirilip kurumsallaÅŸtırılmasında ve felsefileÅŸtirilmesinde önemli iÅŸleve sahip olan üniversite kadroları, yeni düzene geçiÅŸte yönetimin hızıyla senkronize edilerek denetlenebilmiÅŸ, Darülfünun AnkaralılaÅŸtırılmıştır. Yeni Kadroların yabancı uyruklu ve sözleÅŸmeli olmaları, daha kolay denetlenebilmelerini saÄŸlamıştır.”   

​

Cemil Meriç: 

“1933'de üniversite inkılabı yapıldı...Üniversite düÅŸünce demektir. Fakat bizde üniversiteyi yabancılara kurdurdular. Dünyanın hiçbir milletinde üniversiteyi yabancılara kurdurmamışlardır.”

 

​

Kültür Sayfası

bottom of page